Kitaplar, yazarlar, kültür, şiir, sahaf, imzalar, ithaflar... Birbiriyle ayrılmamacasına iç içe geçmiş. Bitap Sahaf'ın sahibi kıymetli dostumuz Şeref Özsoy'la, tüm bu iç içe kavramların onun yaşamındaki varlığı üzerine söyleştik. Keyifli okumalar diliyoruz.
Sahaflık yapıyorsunuz, şiir kitapları ve imzalı kitaplardan oluşan büyük çaplı bir koleksiyonunuz var. Bununla birlikte Orhan Veli denilince ilk akla gelen isimlerden biri sizsiniz. Bu süreç nasıl gelişti, size ilham veren, yönlendiren etkenler nelerdi?
En büyük şansım, ilkokul öğretmenim Aysel Yiğit’tir. Aynı sokakta oturuyorduk ve okul dışında da bizim eğitimimizle ilgileniyordu. Okula başlamadan önce okuma öğrenmişim, bu yüzden benimle daha çok ilgileniyordu. Evindeki kitapları verirdi bizlere okumamız için, yani sokağımızda bir kütüphanemiz var gibiydi. Doğum günüm gibi zamanlarda gelen hediyeler de neredeyse hep kitaptı. Harçlıklarımla Milliyet Çocuk, Türkiye Çocuk dergilerini alıyordum, ablalarım fasikül ansiklopediler biriktiriyorlardı. Şimdi birisi “ben şu ansiklopediyi baştan sona okudum” dese inanmazsınız ama, biz okuduk.
Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre bazı televizyon kanallarında çalıştım, az kalsın devam da edecektim, tutuklanmasaydım eğer. Kanalın haber müdürünün tutuklanmamızı haber yapışı ve sonraki olaylar o dünyadan kopardı beni. 1997 yılında ilk dükkanı açtık. O sırada Cumhuriyet’in arka sayfasında Tan Oral’ın karikatürleri olurdu ki tam isim ne olsun diye düşünüldüğü sırada bir karikatür çizdi: Bitap. İsme karar verilmişti, hemen kendisini bulup izin istedim ve 23 yıldır logo olarak da o karikatürü kullanıyorum.
Orhan Veli hatırladığım kadarıyla ilk okuduğum şairdi. Yıllar geçtikçe şiirlerinin yanı sıra hayatını da okumaya, araştırmaya başladım. Kendi paramı kazanmaya başlayınca da Orhan Veli’ye dair ne varsa topladım. 2000-2015 yılları arasında Orhan Veli Şiir Evi adında bir müze-kafe işlettim. Yani Orhan Veli’de ipin ucu kaçtı biraz. Kafeden çok para kazanacağımı zannediyordum, öyle olsaydı Orhan Veli Şiir Evi’ni bir şiir kütüphanesi haline getirmeyi düşünüyordum. Bu yüzden de şiir kitapları topluyordum. Sanırım 8 bin kadar şiir kitabım da olmuştu ve en kötüsünden bile birkaç şiir okudum. Ne var ki olmadı işte.
2001 yılında Haluk Oral ile tanıştık, o da Orhan Veli ile ilgili bir makale yazacaktı. Onun sayesinde imzalı kitap hakkındaki ufkum genişledi, sahaf arkadaşlardan imzalı kitapları da toplamaya başladım. Hatta bir keresinde bir çuval imzalı kitap bile aldım, içinde ne olduğunu bilmeden.
Kitaplar hayatınıza yön veriyor. Projeleriniz ve çalışmalarınız hep kitap eksenli ve kitap satarak geçiminizi sağlıyorsunuz. Meslek olarak sahaflık yapmanızın koleksiyonlarınıza ve çalışmalarınıza nasıl bir katkısı var?
Her kitap kutsaldır bence, iyisiyle kötüsüyle. Eh, sadece kitap dünyasının içinde olunca düşüncelerimiz de üretimlerimiz de kitaplar oluyor doğal olarak. Sahaflığın katkısı çok elbette ki ama götürdükleri de var. Hayatı sürdürebilmek için bazı kriterler dışındaki kitapları da dükkanda değerlendirmek zorunda kalıyorum. Bu kaygı olmasa bugüne kadar sattığım imzalı kitapları satmaz, el yazısı şiirleri, mektupları hala muhafaza ederdim.
Uzun zamandır aksatmadan sürdürdüğünüz Orhan Veli etkinlikleriniz var. 14 Kasım yürüyüşünüz geleneksel bir hal aldı diyebiliriz. Açık tutmak için yıllarca emek verdiğiniz ancak kentsel dönüşüm sonrası kapanan Orhan Veli Şiir Evi’ne dair neler paylaşmak istersiniz?
Orhan Veli Şiir Evi’ni 15 yıl açık tutabildim. Tarlabaşı’ndaki kentsel dönüşüm yıkımları sırasında bulunduğumuz bina da zarar gördü ve bizim tavanımız çöktü. Yaptıramadık. Zaten başka dertler de vardı ve bitti. Bu 15 yıl içinde söyleşiler, dinletiler, dia-film gösterimleri, grup çalışmaları gibi aklımıza gelen, mekana sığan her etkinliği yer verdim Şiir Evi’nde. Yürüyüş ise ondan daha önce başlamıştı. 1996 yılıydı, Adnan Veli’nin yazdığı “Orhan yürümeyi çok severdi, bazen Taksim’den Sarıyer’e kadar yürüdüğü olurdu” cümlesinden yola çıkarak 14 Kasım 1996’da ilk yürüyüşü organize ettim. Yaprak’ın ilk sayısında yer alan Alış Veriş şiirinin bir dizesi de “Salon verir sokak alırız” değil miydi?.
Orhan Veli’ye dair ciddi bir koleksiyonunuz olduğunu biliyoruz. Koleksiyondaki eserleri değerlendirmek için aklınızda ne gibi fikirler var?
Şiir Evi kapandıktan sonra gelen birkaç teklif oldu ama henüz netleşmiş bir şey yok.
Bir dönem “düzenSİZ YAPRAK” adlı bir dergi de çıkardınız. düzenSİZ YAPRAK kaç sayı çıktı ve dergiye kimler katkı verdi?
düzenSİZ YAPRAK 16 sayı çıktı. Kimden yazı-şiir istediysem verdi. Tasarımcı arkadaşlarım tasarıma yardım etti, bir arkadaşımın matbaası vardı kağıt parasına basıyordu. Şimdi isim sayarsam, bir kişiyi unutsam üzülürüm.
Daha önce Orhan Veli ve Erol Güney ile ilgili kitap çalışmalarınız oldu. Yeni bir kitap hazırlığınız var mı?
Kanık’sadığım biri Orhan Veli ile Erol Güney’in Ke(n)disi’nden başka Kılavuzu Şair Olanın adında bir deneme kitabım var yayımlanmış. Şu anda da birkaç kitap çalışması var. En özeli Kitap Hikayeleri. Kitapların yazılması, yayımlanması ya da sonrasındaki kimi komik kimi trajik hikayeleri yazıyorum. Bundan başka Kahraman Okur Süper Editöre Karşı isimli bir deneme ve Bir Maratoncunun Anıları var. Özdemir Asaf ve Behçet Necatigil için de birer dosya var.
Uzun zamandır sosyal medya aracılığıyla paylaştığınız imzalı kitap, çizim portre ve el yazısı görselleri var. Son dönemde bu eşsiz eserlerin tıpkıbasımlarını da yapıyorsunuz. Bu fikrin doğuşu ve gelişimi hakkında bilgi verir misiniz?
Orhan Veli’nin el yazısı şiirini ilk kez bir dergide görmüştüm, onu kesip çerçeveletip duvarıma asmıştım. El yazısı ve eski saman kağıdı çok etkileyiciydi. Orhan Veli Şiir Evi’ni açacağım zaman dekorda bunu kullanmayı istedim. Bir ressam arkadaşım boş kağıt bulursam atölyesindeki eski bir baskı makinesiyle tıpkıbasım yapabileceğini söyledi. O sırada 3-4 yıllık sahaftım ve defolu kitapları imha etmeden önce boş sayfalarını topluyordum zaten. Tıpkıbasımlar o dergi sayfasından daha etkileyici olmuştu. Yıllar içinde bunları görüp isteyenler oluyordu ama, bugüne kadar yapmadım. Boş sayfaları toplamaya devam ediyordum elbette. Geçtiğimiz yıl ressam arkadaşıma daha fazla yapıp yapamayacağını sordum, cevabı olumluydu. Böylece başladık, sanırım şu ana kadar 130 civarında el yazısı şiir ve birkaç da portre yaptık. Bunları yaptığımız sırada farklı bir düşünce de doğdu, imzalı kitapların da tıpkıbasımı mümkün müydü?. Mümkündü. Tek tereddüdüm bir süre sonra onların orijinal zannedilmesi. Bu yüzden arkalarına tıpkıbasım diye yazıyorum. İmzalı kitapları ise tarihlerden anlaşılacak şekilde olmasına çalışıyorum, yani imza kitabın basım tarihinden önce ya da yazarın/şairin vefatından sonra basılmış kitaplara tıpkıbasım yaparak. Tabii ki onların da arkalarında aynı notu yazıyorum.
İnsanların sevdikleri şair ve yazarlarla olan bağlarını farklı bir boyuta taşıdınız. Fiyatları yüksek veya bulunması hiç kolay olmayan bir çok imza ve el yazısı örneklerine sayenizde herkes ulaşabiliyor. Tıpkıbasım koleksiyonunda öne çıkan isimlerden bahseder misiniz?
Tek tek isim saymak bence okuyanı sıkabilir. İlgilenenler kitantik.com Bitap Sahaf sayfasından inceleyebilir, dilerlerse sipariş de verebilirler.
İsim saymak yerine, aldığım eleştirilerden bahsedeyim. Neden numaralı yapmadın? Ya da çerçeve de yaptırsaydın? gibi sorular sık karşılaştıklarım. Numaralı yapmadım çünkü, amacım nadir bir efemera yaratmak değildi. Çerçeveyi de alan kendi zevkine göre yaptırmalı bence. Ayrıca çerçeve fiyatı, tıpkıbasımın fiyatını geçecektir büyük ihtimalle. Tek eleştiri hoşuma gitti, keşke aklıma gelseydi diye düşündüm: soğuk damgayla bir marka yaratabilirdim. Çünkü ileride bunların da koleksiyonunun yapılacağına eminim, bu yüzden şimdi alanlar çok şanslı olacak.
Tıpkıbasımların ebatları ve baskı sayıları hakkında bilgi verir misiniz?
Boyutlar genelde kitap boyutlarında çünkü boş sayfalar kitaplardan geliyor. 13 X 19 ortalama ama biraz daha küçük ya da büyükleri de var. Adetler de kimi 3-5 tane kimisi 10-15. En çok yaptığımız tıpkıbasım 25 adet oldu.
Tıpkıbasımlar için nasıl bir dağıtım ağı oluşturdunuz, almak isteyenler nerelerden temin edebilecekler?
Her gün sosyal medyada o günün tıpkıbasımını paylaşıyorum, oradan isteyenler oluyor. Birkaç arkadaşımın dükkanına bıraktım ancak, çok dağıtılabilecek adette olmadıkları için genelde internetten alabilirler.
Tekrar imzaya döneceğim. Covid-19 salgını sonrasında başlattığınız, kitantik.com üzerinden gerçekleşen online imza günleri devam ediyor bir yandan. Bu imza günleri fikrinin yeni olmadığını biliyorum. Biraz tarihçesinden de sözeder misiniz. Nasıl doğdu, ne zaman doğdu bu fikir?
Cavit Orhan Tütengil'in 1959'da yazdığı bir yazıda Türk Edebiyatçılar Birliği tarafından düzenlenen 1. kitap sergisindeki imza günlerinden bahsederken şöyle der: "İmzalı kitabı yalnız hazır bulunanlara değil, posta masrafına katlanan uzaktaki okuyuculara da sunmak çareleri üzerinde durulmalıdır." Bunu yaklaşık 20 yıl önce okuduğumda, internet sayesinde bunun mümkün olduğunu düşünmüş, kendimce tasarlamış ama hayata geçirememiştim. Pandemi günlerinde bir akşam eski dostum Sunay Akın aradı ve bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. O an aklıma bu imza günü geldi ve "bir imza günü yapalım mı?" diye sordum, "Sen ne istersen ama, nasıl olacak?" diye sordu o da. Şöyleyken böyleyken ilk imza gününü böylece organize etmiş olduk. Çok başarılı geçti ve bir gün oturup 600 kitap imzaladı. Hatta "Ne kitaplar imzaladım, sizler yoktunuz!" diyiverdi.
Fuar-festivallerdeki imza günlerinden biraz farklı bir konsept bu. Okurlar, yazarlarla yüz yüze gelemiyor. Nasıl karşılandı, kitapseverlerden nasıl geri dönüşler aldınız?
Sokağa çıkma yasakları bitince bir anket yaptım: "İmza günleri devam etsin mi?" diye; %96 etsin dedi. Buradan bakarak iyi karşılandığını söyleyebilirim.
Sizin için zor bir süreç olduğunu biliyorum, tamamen kendi gayretinizle yürütüyorsunuz imza günlerini. Okurların merakını gidermek adına, süreç nasıl işliyor bahseder misiniz? Yazarlar, yayınevleri bu sürecin neresindeler?
Aslında çok basit, bir yazarı ikna ediyorum, kitaplarını online satışa açıyorum, gelen siparişleri de o yazara anlaştığımız tarihte imzalatarak okura gönderiyorum. Ancak arada sorunlar olabiliyor tabii ki. Bir yazarın acilen annesinin yanına gitmesi gerekti, imza günü 2 hafta gecikti ama herkes anlayış gösterdi ve bekledi.
Sevgili Sunay Akın’la başladınız. Sonrasında Nebil Özgentürk, Akgün Akova, Haluk Oral, Ahmet Ümit, Hilmi Yavuz gibi isimlerle devam etti. Daha çok müzik dünyasından tanıdığımız Mehmet Güreli, sinema camiasından Arif Keskiner, son dönem edebiyatçılarımızdan Hamdi Koç ve Ayhan Bozkurt kitaplarını imzaladı etkinliklerinizde. Son imza günü Turkuaz Sahaf’ın sahibi ve hem koleksiyoner, hem yazar Emin Nedret İşli ağabeyleydi. Ağustos’ta bir aylık yaz tatili arasının ardından devam edecek.
Yeni imza günlerinde kimler olacak? İsim olmasa bile ipuçları var mı?
Şimdiye kadar konuştuğum yazarların çoğu sıcak baktı ve kabul etti; birkaçı henüz yanıt vermedi. Ağustos'ta uzun bir yazar listesi hazırladım ama, bir tek Murat Uyurkulak ile konuşabildim. "Tamam" dedi, sanırım bu aradan sonraki ilk imza günü kendisiyle olacak. Uzun liste de bana kalsın.
Bu çalışmalarınızı ve birikiminizi ulaştırmak istediğiniz somut bir hedefiniz ya da hayaliniz var mı?
23 yıllık meslek hayatımda pek çok müşterimin/dostumun bir şeyler toplamaya başlamasını sağladım. Genelde onların ilgi alanlarına yönelik bir koleksiyon oluşturmaktı bu çaba.
Bir de çok kıskandığım koleksiyonlar var; ilk kez düşünülen, konusunda tek olanlar. Örneğin, Haluk Oral'ın Kocatepe koleksiyonu sanırım dünyada tektir. Üzerinde Atatürk'ün meşhur Kocatepe fotoğrafının olduğu kitap, dergi, bilet, fatura, kibrit kutusu, büst gibi objelerden aklınıza gelemeyecek çeşitte bir koleksiyon bu.
Yaptığım tıpkıbasımların da sadece duvara asılacak ya da hediyelik eşya olması dışında, koleksiyonu yapılacağını hayal etmekten öte böyle olacağını biliyor, yeni bir koleksiyon dalı yarattığıma inanıyorum.