Ana Sayfa Söyleşiler

Talat Öncü: “Herkes Bir Şeyler Toplamalı ve Bunları Yaymalı”

Koleksiyon; bulunması zor, önem ve anlam ifade eden ürünlerin oluşturduğu bütünlük, genel olarak belli bir tema ekseninde yıllarca yapılan çabalar sonucu oluşan kıymetlerdir. Konumuz Koleksiyon veya Talat Öncü Bey’in kendi deyimiyle 'Biriktiricilik'. Kendini Koleksiyoner olarak adlandırmama sebebi ise; bir konudan ziyade, her konuda, çok sayıda koleksiyonluk eser ve ürünlere sahip olması. Talat Öncü’nün 1955 yılında Konya’da başlayan yaşamında, Ankara’da Fen Lisesi ve ardından Orta Doğu Teknik Üniversitesi’yle devam eden eğitim süreci sonrasında, mesleğinin de önüne geçen bir özelliği var; Türkiye’nin en büyük kitap biriktiricisi olması. Kitap, dergi, belge, efemera ve plaklardan oluşan yüz binlerce malzeme. Yaklaşık altı depoya ancak sığan birikiminin büyük çoğunluğu kataloglanmış ve kayıt altına alınmış durumda. Kendisiyle genel olarak Ankara’da gelişen bu toplama yolculuğu ve kitaplar, sahaflar hakkında konuştuk.

Türkiye’nin en büyük kitap biriktiricisi oldunuz. Koleksiyoner, toplayıcı, biriktirici. Bu kavramları biraz açar mısınız?

Ben şöyle sınıflandırıyorum; Toplayıcılık üst gruptur. Bunun altında Koleksiyonerler var, biriktiriciler var ve istifçiler var. Koleksiyonerler; daha sistematik daha bilinçli, öğrenen, yayan insanlar ve tematik toplarlar. Biriktiriciler, sapsız tokmak gibi nereye atsan, pat pat ne bulursa toplar. İstifçiler her şeyi alır. Hani şu çöp evler var ya onlar istifçiliğin uç noktası.

Siz, toplamaya ne zaman ve nasıl başladınız?

1992’nin mayısında başladım. Ben bilgisayar yüksek mühendisiyim. 1999’a kadar çalışırken topladım. O zamanlar yarım dolar veriyordum kitap başına. İyi kitap olursa bir dolar. Çok iyi kitap olursa iki dolar. Asla daha fazlası değil. Turgut Abi [Sahaf Turgut Koraltan] bana, “Senin cebinde akrep var, sen kitap filan alamazsın” derdi. ‘Ali Seydi Resimli Kamus-i Osmani’ bundan istisnadır. Olgunlar'da, simsiyah cildinde "Türkçe Sözlük" yazan bir kitap gördüm. Sakal Kitabevi’nin sahibi Kadir’de. “Nedir bu?” dedim, “eski yazı sözlük” dedi. Etem Abi [Etem Coşkun] oralardaydı, sordum ona, “aman kaçırma” dedi. Üç cilt bir arada üç dolardan almıştım.

O zamanlar iyi kitaplar yarım dolardı. Öğlen yemeği yemeyip simit yiyerek, sigara içmeyerek, otobüse binmeyerek üç kitap alabilirdin. Bizim zamanımız böyleydi. Kitap da çoktu. Merkez Bankası yanında, Kedi Seven Sokağı’ndan özellikle İsmail Abi’den, Cinnah’ta Fırat- Murat kardeşlerin rahmetli babalarından hayli kitap aldım. Aksoy Çarşısı’nın kuruluş aşamasında burada dükkân açan Kemal Abi ve oğlu Zübeyr’den hayli nadir kitaplar aldım. Zübeyr bazen bilgisayar sarf malzemelerini temin için dükkânın belli bölümlerini toptan satardı.

2005’te, Araplara yazdığım bir program sayesinde tam sekiz sene mezatlardan ve piyasadan kitap topladım. Ahmet Özcan’ın yani Gezgin Kitabevi’nin, yaptığı mezatların her birinin üçte birini kaldırırdım.

Yaklaşık yirmi sene her gün ayak basmadığım kitapçı dükkânı kalmadı. Her an bir şeyler çıkardı.

Alımlar yaparken rakipleriniz oldu mu? Kimlerle yarışırsınız. Ayrıca ilginç çekişme ve diyalog anılardan bizimle paylaşır mısınız?

Çolak Nuri nevi şahsına münhasır inanılmaz bir insandı rahmetli. Müthiş müthiş… Bir gün Turan’ın [Sahaf Turhan Polat] oraya, Kocabeyoğlu’ndaki dükkâna dergileri yıkmışlar. Depodaki dergileri. Çoğu eski yazı dergi, doksanlı yılların ortası. Etem Abi beni aradı, “Talat Bey, bir gelip bakın” diye. Gittim, bir dergi cildini alıyorum, bakıyorum ve ayırıyorum. Biraz sonra Çolak Nuri geldi. Ben cildi alıyorum, altındaki cildi o çekiyor. Ateş; bir cildi bende bir cildi onda. “Nuri Abi sen o cildi bana ver?”, “Hayır vermem”, “Bendekini sana vereyim?”, “Hayır almam”. Dergilerin bir cildi bende bir cildi onda kaldı. Ben oradan altı çuval mı yedi çuval mı dergi aldım, o da iki çuval aldı ama benimkilerin parçaları hep onda. Çok da para verdi o gün. Nasıl öyle bir şey yaptı anlamadım. Asla parça dergileri bana vermedi, benimki de onun ki de yarım kaldı.

Özellikle görseli bol olan malzemeleri alıyordu diyebilir miyiz onun için? Bugün Yedigün ciltlerinin ne kadar önemli olduğunu düşünebiliriz ama o zaman pek talibi yoktu. Dükkânlarda bu tür süreli yayınlar, Yeni Mecmua gibi, o dönem çıkan Hafta gibi dergilere talep azdı. Bunları ve İkinci dünya savaşı ile ilgili görseli bol kitap ve dergileri bizzat tercih ettiğini iyi hatırlıyorum.

Yok, sadece görsel olarak bakmazdı kitaplara. Otuzların başlarında çıkan Büyük Şark mecmuasından onda iki takım vardı. İyi hatırlıyorum İbrahim’den İllüstrasyon’un Konya özel sayısını aldı. Sol eliyle kitabı şöyle açar beğendiği zaman kapardı. Bu kadar basitti onun kitap alması. İnanılmaz toplardı. Bir de tabi bana karşı olan tavrı. Bir kitap partisi açıldığı zaman “patates çuvalı geldi mi” diye sorardı. Bana patates çuvalı derdi o. Ben bir partiye bakmış isem daha dikkatle yaklaşırdı. O bakarken, sen daha iyi bilirsin, onun baktığı bir kitaba elini sürdüğün zaman “ben ona baktım” derdi. Aldım değil baktım diye kızardı. Böyle bir adamdı. Asla kola içmez asla çay içmez. Herkese kola ısmarlarken ona da ısmarlardım, “ben içmem, alışıveririm” derdi. Turgut Abinin hep kızıp küfrettiği bir şey vardı. “Evde yorganı dikmiş, böyle çuvala girer gibi yatağa girer, soba filan yakmaz” derdi. Böyle bir adamdı, varını yoğunu kitaba yatırdı. Yaz kış gömlek, tek el, gözlük. Herkesin bildiği gibi yalnızca sol elini kullanırdı. Diğer eli temiz kalsın diye hiçbir şeye dokunmazdı. Gözlüğünün kenarı kırılmış tamir ettirmemiş, iple bağlamış, böyle bir adamdı. Turgut Abi ona 1980’lerden beri kitap verdiğini söylerdi.

Neticede evini, kitapçılardan taşıdığı poşetlerle yığın halinde doldurmuştu.

Sen iyi bilirsin, millete kızıverirdi: “Bak poşeti iyi bağlamamışsın açıldı. Evde açılmayacak poşet isterim ben.” derdi. Poşetin ağzını bile açmadan öyle yığarmış evde. Bir başka istifçi de işte bizim Çolak Nuri.

O zamanlar Gündoğan üç bin liralık parti açardı. Oradan şiir kitabı da alırdı, roman da. Yeter ki aldığı zaman ona bir şeyler ifade etsin. Benim elimden neler aldı. Etem İzzet Benice’nin iki tane kitabı çıkmıştı, beş binlik kitap partisinde. Ben geçerken Ali Birinci, “Talat Bey şunlar da iyidir, bakıver” dedi. Ben “bakarım abi” deyip geçtim. Biraz sonra o geldi, geçti ve o kitapları aldı. Çok ilginç. O öneriyi duymadan kendi tercihiyle onları aldı. Buradan anlıyorum ki kitabın ona konuşması, hitap etmesi lazım. Görsel aldığı kesin ama başka etkenler de vardı.

Onunla ilgili tahminlerimizden öte bir gerçeğe ulaşamayacağız sanırım. Kendisinin dostu ve arkadaşı diyeceğimiz kimse de olmadı. Bildiğim kadarıyla ölümünün ardından Savcılık kitaplarını Milli Kütüphane’ye gönderdi.

Evet... Maalesef yalnız gezdi, yalnız topladı, yalnız yaşadı ve yalnız öldü. Onun dünyası çok farklıydı. Hiç kimseyle iletişimi olmadı. Gittiği yerlerde bir şeyler konuştuğu çok az oldu. Son zamanlarında bana patates çuvalı yerine, “biraz daha da az yemek ye de şu göbeğini küçült” derdi. Bir iki sene daha yaşasa iletişimi ilerletme imkânı bulabilirdik ama kısmet olmadı. Ayrıca 2012’den itibaren sahaf gezmeyi de bitirdik zaten.

İnternet icat oldu sahaflık da bozuldu diyebilir miyiz?

Tam öyle değil ama tarz hayli değişti. Benim her zaman söylediğim bir şey vardı: Kitapçıları gezmemin sebebi muhabbet. Ben yanında kitap alırsam şanslı adamım. Nedir muhabbet: Gökhan’a (Anadolu Sahaf) gittiğimizde “bir çay söyleyeyim abi” dersin. Oturur ve kitap ya da başka konuda dakikalarca konuşuruz. Bu bir sevgi bağı, bir güzellik oluşturuyor. O arada sen, “abi şu kitaplara da bak” dersen belki kitap da alırız.

Bazı insanlar kitap almak için gezer, biz gezerken çıkarsa kitap da alırdık. Ama 2010’lardan sonra özellikle dediğiniz gibi internet başladıktan sonra iş öyle bir şeye dönüştü ki; insanların gözü hep bilgisayarda. Sen konuşuyorsun “abi” diyor, “şuradan bak mesaj gelmiş, bak bilmem ne olmuş”. Bir şey konuşamıyorsun ve rahatsız oluyorsun. İkincisi kitaplar internete girilmiş vaziyette, fiyatlar oraya göre belirlenmiş. Benim nasıl aldığımı biliyorsun, ben ucuzcuyum, ölmüş eşek aramam ama ucuz kitap alırım. İnternetin fiyatları da benim fiyatlarıma hiçbir zaman uymadı, sonunda çekildik. Çekilmemizin başka sebepleri de vardı ama temel sebebi dediğiniz gibi internet.

Tamamen de piyasadan çekilmediniz, yer yer özel alımlar yapıyorsunuz.

2012’den sonra altmış bin kitap aldım. Düşünün yılda on bin kitabı toplamaya çalışıyorum. Ayrıca başka etkenler de ortaya çıktı. Birçok hurdacı kitapçı oldu. Mesela, Özcan Abi fenomeni ortadan kalktı. Hurdacılar, internet sayesinde piyasa fiyatlarının bilinir hale gelmesiyle birlikte kitapçılara götürmek yerine kendileri satmaya başlayarak mecraya dâhil oldular. Sahaflık da değişti ve artık eski kitapçılığa dönüştü. İnternete bak, fiyatı koy, siparişin gelsin, kargoyla gönder.

Zihinde bilgi taşımanın, genel kültürün herhangi bir avantajı kalmadı diyebilir miyiz?

Bahsettiğiniz kişilerin, yani “Zihinde bilgi taşıyan” kişilerin sayısı çok az zaten, birkaç kişi dışında kim bir kitabı gösterdiğin zaman bunun hakkında fikir beyan edebilir? Bugün böyle kaç insan kaldı? Sanat Ahmet’in [Ahmet Yüksel, Sanat Kitabevi ve Sahaf], Sahaf Gezgin’in [Ahmet Özcan], senin ve birkaç kişinin daha yanına gittiğin zaman, ortaya bir kitap atarsın ve üzerine hayli zaman konuşulur. Senin güzel bir cilt karşısında duyduğun hazzı ben gayet iyi biliyorum, bu hazzı kaç kişi duymuş, şimdi kaç kişi duyuyor? İnsanlar buna internette satılacak pahalı bir meta olarak bakıyor. Sahi o cildi ne yaptın?

Aklınızda yer eden ve Ankara kitap piyasasında iz bırakmış, yad etmek istediğiniz başka kimseler var mıdır?

Ankaralı sahaflar ve kitapseverler olarak bizler, duayen isimlerden Turgut Amca’yı ve müstesna bir abimiz olan Etem Coşkun’u kaybedişimizle birlikte yalnızlaştığımız bir gerçek. Artık o güzel kitap sohbetleri ve o tat hayli eksildi.

Turgut Abi’nin Olgunlar'daki dükkânının karşısında bir bank vardı. Otururdum, arkamda bir ağaç, ağaçta yapraklar. Benim kızım üç-dört yaşındayken yaprak koparıp onun başına atardı. Turgut Abi’nin meşrebi çok farklıydı. Birinci olarak Ankara’nın en eski sahafıydı. Elinden geçmemiş kitap yoktu. Selim İlkin’in bir sözü vardır; “Turgut elinden geçen kitapların yüzde birini bir kenara koysaydı, Türkiye’nin en büyük kitap koleksiyoncusu olurdu.” Tutamamış, neden tutamadığını da biliyoruz. Turgut Abi o kadar çok şey yaşamış ki; her konuda söyleyeceği, senin söylediğin her konuda vereceği bir cevabı vardı. Dopdolu bir insandı. Turgut Abi sevdiğine yaklaşırdı. Sevmediğine de çok kötü davranırdı. Bazen gençler gelirdi ve bir şeyler sorarlardı, Turgut abi küfredecek, diye hemen korkar kaçardım. Bazen otururdu ve “Efendi Ağa! Var mı ki ya? Varsaaa…” der küfrü patlatırdı. Üç, dört ayda bir konuşmamız bu. Lafı bu: “Efendi Ağa! Var mı ki ya?”, Tanrıdan bahsediyor. “Varsaaa” der, sonra küfrün bini bir para.

Siz, ben evindeki kitapları kaldırdıktan sonra gittiniz, ikinci seferde. Birinci sefer ben evini kaldırdığım zaman “şuraya dokunma” dedi. Bir küçük raf. Rafta neler var: Atatürk üzerine birkaç kitap, cenknameler, Millî Eğitim Bakanlığı’nın birkaç klasiği. Toplam elli altmış tane kitap, onları okuyor. Doymuş, resmen doymuş. Bir gün beni çağırdı, biraz kafası iyi. Bana bir poşet uzattı, “şunları al” dedi, “olur abi” dedim. Aldım koydum poşeti, bakmadım içine, çünkü o al dedi mi, alınır. “Ne vereceğim” dedim, “bak bakayım” dedi, baktım: Suut Kemal Yetkin’in İslam Mimarisi, L’Art Decorative Turc, Tanzimat ve iki kitap daha. Hepsi o günlerin sahaflarının “aman” diyeceği kitaplar… “Abi ben bunları alamam” dedim. “Onları alacaksın, şu parayı vereceksin” dedi. Söylediği para kitapların sadece birinin fiyatı değil. Hepsi de cam gibi kitaplar. “Abi hele o paraya hiç alamam. Dursun, bir başka gün alayım” dedim. “Sen benim aklım yerinde değil zannediyorsun. Bak orada ne var biliyor musun?” dedi ve tak tak hepsini teker teker saydı. “Ver parayı” dedi ve o parayı verdim, aldım, gittim. İnanılmaz bir bilgi ve zekâsı vardı. İradesi de çok güçlüydü.

Özcan Abi, sekiz buçuk sene kitap vermiş ona. Özcan’la ilk muhabbetleri olağanüstüydü. Doksan ikiden sonra bozuştular ve Özcan Abi bana malzeme vermeye başladı. Özcan Abi’den bir gün bir çuval harita aldım. Tamamı Osmanlıca, bilmem ne paşanın terekesinden çıkma haritalar. Onu bilirsiniz oturur: “ benim sevgim saygımsınız, Talat Beyciğim. Ben kitabı çok iyi bilirim ve benim babam bir Parisli gibi Fransızca konuşurdu.” derdi. Evine gittiğinizde önce bir saat muhabbet edersiniz, hikâyeler anlatır.

Bir gün beni evine çağırdı, yabancı dil dört çuval kitap. Hepsi okunmuş, alındığı tarih var, en sonunda da bitirildiği tarih yazılmış. “Talat beyciğim, yabancı dil kitaplar ve pek piyasası yok ama bunları size vereceğim”. Onun tarzını bilirsiniz, “bana maliyeti şudur, siz benim sevgim saygımsınız, ben sizden kâr almayacağım” der, siz bir miktar kârını verir ve alırsınız. Ben de aldım. Tamamı ülke kitapları… Country Report’lar, işte Lagos’ta alınmış, okunmaya başlanmış, Paris’te bitirilmiş. Üstünde notlar vardı, sahibini çözdüm; bir diplomattı. Oğlunu haberdar ettiğimde “aman kurtuldum onlardan” dedi.

Kendine has söylemleri ve satış tarzı olan değişik biriydi. O da yalnız öldü.

Özcan Abi, “ben sürpriz adamım” derdi. Kendini “Ben sahaf ve antikacıyım” diye tanıtırdı. Bir gün beni çağırdı, gittim. Tiyatro yapardı resmen. Boyum yüksekliğinde prestij kitap, Mimar Sinan ile ilgili kocaman bir kitap. Türkiye’de henüz basılmamış Indiana Üniversitesi’nin Turkish Traditional Art Today eseri… “Talat Beyciğim, İskitler’e gittim sabah, bir çocuk oturmuş hüngür hüngür ağlıyor. Benim babam valiydi, vefat etti. Bu kitaplar onundu, satmak istiyorum, deyip ağlıyor. Ben de aldım, size vereceğim”. “Olur” dedim ve aldım. Bu hikâye ile birkaç kere daha kitap aldım. Ayrıca, kartpostallara başlamama da o vesile olmuştur. İlk olarak, sudan zarar görmüş 300 kadar kartpostal aldım. 1930’lara ait, yurtdışından hepsi bir kişiye gönderilmiş kartpostallar. Eve gelip bir güzel kuruttum ve kartpostal koleksiyonuna da böylece başladım.

Gravür toplamaya nasıl başladınız?

Aslında gravürü özel olarak toplamadım. Gravürler hep eşyaların içinden çıktı. Efemeraya özellikle girmedim ama bir şeyler alırken onların içinden efemera çıktı. Şuradaki 1635 tarihli İstanbul gravürü. O gene toplu aldığım bir terekeden çıktı. Turgay [Erol, Kaptan] yeni sattı müzayedede. Bunlar dört gravür ve bir alay da kitaptı. Ben kitapları aldım, gravürler bedavaya geldi. Bunun yanında ‘Türk Saraylarında Yaşam’ adlı büyük bir gravür de o partiden çıktı. Daha sonra bir arkadaş yurtdışından gravürler gönderdi. Tesadüfen topladık hepsini.

Kitap ve dergilerin yanında geldi diyebilir miyiz?

Evet. Özellikle gravür ve harita toplamadım, her şey kitabın ve derginin yanında gelir bende. Fotoğraflarımın hikâyesi de ilginçtir. Ben özel nitelikte fotoğraflar toplamaya niyetlendim. Bir arkadaş elindeki on dokuz bin fotoğrafı bana sattı. Aldık koyduk bir kenara, içlerinde çok da güzel fotoğraflar var. Sonra albümler gelmeye başladı, aile fotoğrafları çoğunlukla. Önce bu aile fotoğraflarını yırtıyordum fakat sonra uyandık ve şimdi seksen bin civarında fotoğrafımız oldu.

Bu yolculuk sizi meşhur Talat Bey yaptı. Sizi bilenler, kitap ya da kütüphane devirleri olduğunda haberdar ediyor olmalılar. Bu şekilde de hayli kaynak oluşuyor sanıyorum.

Bizim kaynaklarımızın 2010’a kadar olan kısmının yüzde doksanı sahaflardı. Şöyle söyleyeyim, 1995’e kadar ne toplayacağım konusunda yeterince bilgim olmadığından özel bir yöntemle ilerledim. Yayınevi ve seri bazında toplamalar yaptım. Semih Lütfi, Remzi Kitabevi gibi. Bu arada gezinirken etrafı gözlemledim. Başkaları ne alıyor, nasıl topluyor. Derken toplu alımlarımız başladı. Ancak o günkü topludan kastım, yüz kitap mesela. Yüz kitap bizim için büyük rakamdı. Daha yoğun alımları sahaflardan yapmaya başladım. Bin kitap şu kadar dediler aldık, iki bin dediler aldık. Sonrasında bu sayılar artarak devam etti. Derken evlerden de güzel kütüphaneler düştü. Sokaktan geçen hurdacıdan da kitap aldım. Hanım çok kızardı. Arabayla giderken bir hurdacı gördük mü iner bakarız, kitap varsa alır öyle gideriz. Son zamanlarda özellikle toplu alımlar yapıyorum, tek tek aldığım pek yok.

Bir de sizi yakından tanımayanların eleştirileri var. Kitap okumaz, kitap ödünç vermez, diyorlar.

İlk başlarda ayda üç yüz kitap alıyordum. Ayda üç yüz kitap alan adam günde kaç kitap okuyabilir, takdir sizindir. Ondan sonra ayda bin kitap almaya başladım. İyi kitap okuyan bir insanın ömrü boyunca okuyabileceği kitap sayısı 4 ila 6 bin ile sınırlıdır. Benim yüz altmış üç bin kitabım var. Ben hiçbir kitabımı baştan sona okumadım. Hepsi demeyeyim ama önemli gördüğüm her kitabın içindekiler ve önsözünü okudum. İçindekiler bölümünde önemli gördüğüm yerleri de karıştırdım. Süheyl Ünver üstadın çok önemli bir sözü vardır, kendisine takdim edilen bir kitaba şöyle yazıyor: “Kitabınızı aldım, karıştırdım. Yanlış anlamayın, okumadım, karıştırdım. Çünkü kitap okunmaz, karıştırılır.” Eğer okumaya kalkışsa Süheyl Ünver, on beş bin yazmayı nasıl elden geçirebilirdi? Biz, bir kitabı baştan sona okumayız. Çünkü bir olay hakkında fikir edinmek yerine kitap hakkında fikir edinmek isteriz. Bana bir kitabın sırtını gösterin, o kitap hakkında size bilgi verebilirim.

Kitap toplamaya başlamanıza vesile olan kişinin Milli Eğitim Yayınları satış bürosundaki memur olduğunu biliyoruz. Daha sonra kendisiyle karşılaştınız mı?

Üç yıl sonra yeniden uğradım, artık müdür olmuştu. Bana “iyi ki o zaman aldınız, bakınız şimdi artık onları basmıyorlar” dedi. O gün bana birkaç yüz kitabı satmamış olsaydı, ben asla bu işe başlayamazdım.

Bugün baktığınızda ona karşı olan duygularınız nedir?

Velinimetim. Şimdi, birinci olarak, kitaba başlamamın müsebbibi olarak o beyefendi velinimetimdir. İkincisi, bana kitap veren sahaflar benim velinimetimdir. Onlar olmasa ben kitabı nasıl toplardım. Üçüncüsü, bana bilgi veren her insan, benim velinimetimdir. Dördüncüsü, eşim Afife Hanım, benim velinimetimdir. Evli toplayıcı çok azdır. Ali Emiri Üstad bekârdı. Seyfettin Özege, Hakkı Tarık Us Üstadlar yine bekârdı. Kadınla kitap geçinemez. Tayfur Hoca’yı bilirsiniz, Ezel Kitabevi, neden dükkân açmıştır? Karısı edebiyat öğretmeni, hoca kitap topluyor ama eşi yeter artık, diyor ve Tayfur Hoca kitapları satmak için dükkân açıyor. Düşünün, bir edebiyat öğretmeni hanımefendi bile kitaplarla yaşamaya dayanamıyor. Zordur kitaplara dayanmak. Eşimden Allah razı olsun o dayanıyor.

Tayfur Hoca demişken Karanfil Sokakta, Birlik İş Merkezinde dükkânı olan Nuri Hoca’yı anmadan geçmek olmaz. Var mı ona dair hatıralarınız?

Nuri Hoca da ilginç adamdı. Varlık yayınlarından eksiklerimi ben bir liradan alırken kendisinin bana on lira demesi üzerine ben de gaflette bulunup bir liradan aldığımı söyledim. Demez olaydım. Bana nasıl kızdı anlatamam. Sonra kendisinden zor da olsa hayli kitap almayı başardım. Gelmeden piyasayı dolaşır öyle dükkânına gelirdi. Benim verdiğim fiyattan fazla para verip kitap aldığına şahit olmuşumdur. Kitaplarının fiyatları piyasaya göre hayli yüksekti. Hele Etem Abinin eli bir kitaba değdiyse mutlaka fiyatı katlanırdı. O zamanlar kitapçıların birçoğu buldukları kitapları değerli-değersiz, Etem Abi’ye sorarlardı. Özellikle fiyat bilgisi talep ettiklerinden, Etem Abi kendi alacağı kitaplardan vazgeçmek pahasına da olsa onları dosdoğru bilgilendirirdi. Herkese çok şey katmıştır. Ayrıca onun bilinmeyen bir yönü de meddahlık yönüdür. Eski edebiyatımıza ve halk hikâyelerine olan hâkimiyeti muhteşemdi. Bir gün dükkânında bana enfes bir Köroğlu resitali vermişti.

Sizin önemli bir Ankara Araştırma Kütüphanesi projeniz olduğunu biliyoruz. Bu konuda son dönemde yaşanan umut verici gelişmeler var mıdır?

Kitap toplamamın temel amacı; Ankara’ya iki yüz bin kitaplık bir araştırma kütüphanesi kurmak. Bunun için devlet kurumlarını tercih etmiyorum. Çünkü bana gelen kitapların büyük çoğunluğu bu kurumlara bağışlanan ve onların bir şekilde elden çıkardığı kitaplardan oluşuyor zaten. Parası olan bir vakıf bina yapıp işletmesini üstlenirse, tüm birikimimi oraya bağışlayacağım ve kocaman, inanılmaz bir kütüphane olacak. Onun için akla gelecek her vakfa başvurdum. Son girişimim rahmetli Mustafa Koç adına bir kütüphane binası yapılması için oldu. Adı, Mustafa Koç Kütüphanesi olsun, dedim. Ondan da henüz bir şey çıkmadı. Şimdi bir belediye ile iletişim halindeyim. Çankaya Belediyesi’nin bir Gençlik Merkezi ve Kütüphane projesi var. Oraya verebiliriz. Sağlımızda böyle güzel bir şey yapabilirsek, bu birikimi değerlendirip bahtiyar olacağız.

Alımlar yaparken kimlerle mücadele ettiniz?

Bir zamanlar Aydın Bey [Karabağ] vardı. Toplu alımlarda en büyük rakibimiz Aydın Bey’di. Yine Ali Birinci rakiplerimizdendi.

Ben hiçbir kitaba talip olmadım. Bana “şu var” denip sunuldu ve ben öyle aldım. Bu sebeple çok rekabet yaşamadım. Müzayedelerde rekabet söz konusu olurdu. Ama Gezgin Kitabevi’nin mezatları hem bir üniversite hem de eğlence merkeziydi. Orada Bülent Yılmaz Bey’le olan rekabetlerimiz vardı. O Bulak baskısı kitaplar topluyor, ben kitap topluyorum, benim verdiğim rakam ondan az oluyor, ancak ben de ilkelerim gereği verebileceğim rakama kadar çıkıp öyle bırakıyorum. Hemen vazgeçmiyorum.

Sizi en fazla heyecanlandıran alımlardan özellikle zikretmek istediğiniz hangisidir?

Son dönemde aldığım bir kütüphane inanılmaz heyecanlandırdı beni. Şu an bunu dillendirmemiz uygun değil. O başka bir zamana ve sohbete kalsın. Her kitapta ayrı bir heyecan duyduğumu söyleyebilirim. Nusret Hoca bir gün, eski yazı kitaplarını satmak istedi. Bin beş yüz adet eski yazı kitap aldım, beş liradan. Kural şuydu; dükkândaki tüm eski yazı kitapları alacaktım, hiçbir şey bırakmadan. Hem onun açısından hem benim açımdan almam gerekiyordu. Bir tek “masadaki Karabaş Tecvidi’ni alma” demişti bana. Fakat toplarken o da araya karıştı. Bir seferde o kadar çok sayıda eski yazı kitap almak hayli heyecan vericiydi.

Yine Özcan Abi’den aldığım pek çok lot gayet iyiydi. Yine bir grup kitabın içinden dört ciltlik Ravzatü'l-Ahbab çıktı, 1288 Amire baskısı Çok heyecanlanmıştım.

Keşke bunu ben alsaydım dediğiniz çok eser var mı?

Alamadığım birçok kitap da sonunda dönüp dolaşıp bana gelmiştir. Bir küçük örnek, bir gün Olgunlar’da Gündoğan’ın oraya gittim. Kıpkırmızı ciltleriyle bakmaya kıyamayacağın güzellikte Akbaba ciltleri. 1961 yılından başlıyor sonuna kadar geliyor, 23 cilt. Olgunları bilirsiniz, koyacak yeri yok aşağıda bir bölüm var ama orası da dolu. Aldığı kitabı satmak zorunda. “Kaç para?” dedim. Hiç unutmuyorum, “cildi bir buçuk dolar”, yani 5 bin lira dedi. Benim de koyacak yerim yok geçtim karşıya, Turgut Abi’ye geldim. Ne var ne yok derken, neler aldın dedi. “Abi Akbabalar var Gündoğan’da alamadım” dedim. “Kaç para istiyor” dedi, “beş bin lira” dedim. “Ne!” dedi, şaşırdı ve hemen karşıya koşup dergileri kucaklayıp getirdi. Kaçırdık… Sonra Turgut Abi’nin evini kaldırdım. Onlar ve ek olarak yirmi cilt Akbaba. Bak şurada duruyorlar.

Hiçbir kitabı alamadım diye üzülmedim. Herkesin talip olacağı şeye ben talip olursam alamam. Asla kaçırdıklarına üzülmeyeceksin. Yirmi sekiz senede elimizden kaçan kitap sayısı üç yüz bin. Hangi birine üzüleceksin? ‘Almadığıma değil, bakmadığıma yanarım’ diye meşhur bir deyim vardır. Her şeyi görmek isterim, ama alamam, orası sorun değil. Sen, satmayı düşünmediğin bir malzemeyi bile bana göstererek müthiş bir keyif veriyorsun.

Koleksiyonerler topladıkça koleksiyon malzemeleri piyasaya çıkar. Koleksiyoncusu yoksa o malzemeler insanların elinde yok olur gider. Hurdaya, çöpe döner, kaybolur gider.

Antika pazarlarındaki dönüşümü ele alalım. İlk başlarda çok sınırlı sayıda belli malzemeler bulunurdu. Şimdi satıcılar ne bulursa oraya satmaya getiriyorlar. Çünkü her malzemenin bir alıcısı var. Artık her konuda koleksiyoner var.

Siz de antika pazarına sabah erkenden gidenlerden misiniz?

Ben akşam giderim. Her şey satılır, kalanı ben toplarım. Sabahları fiyatlar çok yüksek oluyor. Akşam daha makul düzeylerde alınabiliyor.

Koleksiyon yapmak isteyenlere ya da biriktirmek arzusu duyanlara ne tavsiyede bulunursunuz?

Herkes bir şeyler toplasın. Ne topladığınız önemli değil, çocuklarınız varsa onlara bir şeyler toplatın. Toplamanın önündeki önemli mazeret para meselesi. Bu geçerli bir sebep değil. Taş topla, düşen yaprağı topla. Benim elimde bir tüy koleksiyonu var. Çocuk düşen tüyleri toplamış ve hangi kuşa aitse fotoğrafını da yapıştırmış yanına. Çok güzel bir koleksiyon. Toplayıcılık, eğer koleksiyonculuğa dönüşürse disiplin sağlar. Disiplin olmadan koleksiyon olmaz. Belli bir tema, düzen ve belli bir sistematik içinde toplarsınız. Ayrıca size inanılmaz derecede haz verecek bir uğraş edinmiş olursunuz.

Hobilerin en güzeli koleksiyondur. Koleksiyonunuzda eksik olan bir parçayı elinizde tuttuğunuzda size verdiği hazzı düşünün. Bu hazzı hiçbir şeyde bulamazsınız. Koleksiyonculuk; ilişki, muhabbet, bilgi, anlayış bunların hepsini beraberinde getirir. Sizin gibi koleksiyoncularla ilişki kurmanız gerekir, sosyal bir yaşantı içine girersiniz. Bu insanlarla bir araya gelip fikir teatisinde bulunursunuz ve bilgi sahibi olursunuz. Mesela, Mert Sandalcı, Türkiye’nin eczacılık tarihi konusunda en yetkin kişisidir. Neden? Çünkü bu konunun koleksiyoneri. Mert Sandalcı toplamasaydı, bu bilgilere nasıl sahip olacaktık? Max Fruchtermann Kartpostalları koleksiyonu. Yine bunları Mert Sandalcı topladı ve katalog haline getirdi. Bir iki eksiği olsa da muhteşem bir eser. Koleksiyoner hem kendisi hem de insanlık için koleksiyon yapar. Topladıkları insanlığa bir katkıdır. Erimtan da öyle; Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli koleksiyonerlerden. Parası olan çok insan var, ancak Yüksel Erimtan gibi bir noktaya kanalize olup bunu insanlığın faydasına sunan çok az. Müze binasına harcadığı milyon dolarlar gözünde değil, çünkü amacı topladıklarını insanlara en güzel şekilde sunmak ve bilgilendirmek. Herkes bir şeyler toplamalı, mümkünse koleksiyoner olmalı ve bunları yaymalı.

Röportaj: Gökhan Tuğ, Fotoğraflar: Mustafa Büküm

1919

Benzer Yazılar

Yeni Yıl Hediyeleriniz Kitapla Kör Randevuda - Aralık 2024
Yeni Yıl Hediyeleriniz Kitapla Kör Randevuda - Aralık 2024
Mobil Uygulamayı İndirdiniz mi?
Mobil Uygulamayı İndirdiniz mi?
Mustafa Ziyalan Online İmza Günleri
Mustafa Ziyalan Online İmza Günleri
Haluk Oral Online İmza Günleri
Haluk Oral Online İmza Günleri
Yeni Kitabıyla Elçin Poyrazlar İmza Günleri
Yeni Kitabıyla Elçin Poyrazlar İmza Günleri
Armağan Tunaboylu Online İmza Günleri
Armağan Tunaboylu Online İmza Günleri
Yaşar Miraç Online İmza Günleri
Yaşar Miraç Online İmza Günleri
Online İmza: Kemal Varol ve A. Aren Çelik
Online İmza: Kemal Varol ve A. Aren Çelik
Şükrü Erbaş İmza Günleri
Şükrü Erbaş İmza Günleri
Sezgin Kaymaz Online İmza Günleri
Sezgin Kaymaz Online İmza Günleri
Aylin Balboa Online İmza Günleri
Aylin Balboa Online İmza Günleri
Ömer F. Oyal Online İmza Günleri
Ömer F. Oyal Online İmza Günleri
Hüsnü Arkan Online İmza Günleri
Hüsnü Arkan Online İmza Günleri
Yeni Kitaplarıyla Hilmi Yavuz İmza Günleri
Yeni Kitaplarıyla Hilmi Yavuz İmza Günleri
Tuna Kiremitçi İmza Günü
Tuna Kiremitçi İmza Günü
Sahaflar Artık Verilerinin Sahibi, Diledikleri Sitede Satış Yapabilecekler
Sahaflar Artık Verilerinin Sahibi, Diledikleri Sitede Satış Yapabilecekler
Aslı Akarsakarya İmza Günü
Aslı Akarsakarya İmza Günü
Figen Şakacı İmza Günü
Figen Şakacı İmza Günü
Hüsrev Hatemi İmza Günü
Hüsrev Hatemi İmza Günü
Cevat Çapan İmza Günü
Cevat Çapan İmza Günü
Irmak Zileli İmza Günü
Irmak Zileli İmza Günü
Prof. Dr. Cem Say İmza Günü
Prof. Dr. Cem Say İmza Günü
Şükrü Erbaş İmza Günü
Şükrü Erbaş İmza Günü
Kürşat Başar İmza Günü
Kürşat Başar İmza Günü
Murat Menteş İmza Günü
Murat Menteş İmza Günü
Elçin Poyrazlar İmza Günü
Elçin Poyrazlar İmza Günü
Gülşah Elikbank İmza Günü
Gülşah Elikbank İmza Günü
Nedim Gürsel İmza Günü
Nedim Gürsel İmza Günü
Turgay Fişekçi İmza Günü
Turgay Fişekçi İmza Günü
Zülâl Kalkandelen İmza Günü
Zülâl Kalkandelen İmza Günü
Sebüktay Kaan İmza Günü
Sebüktay Kaan İmza Günü
Mehmet Zaman Saçlıoğlu İmza Günü
Mehmet Zaman Saçlıoğlu İmza Günü
Enver Aysever İmza Günü
Enver Aysever İmza Günü
Haydar Ergülen İmza Günü
Haydar Ergülen İmza Günü
Yekta Kopan İmza Günü
Yekta Kopan İmza Günü
Akgün Akova İmza Günü - 3
Akgün Akova İmza Günü - 3
Yeni Kitabıyla Ahmet Ümit İmza Günleri
Yeni Kitabıyla Ahmet Ümit İmza Günleri
Mustafa Çiftci İmza Günü
Mustafa Çiftci İmza Günü
Yalvaç Ural İmza Günü
Yalvaç Ural İmza Günü
Seray Şahiner İmza Günü
Seray Şahiner İmza Günü
Bir Pink Floyd Biyografisi
Bir Pink Floyd Biyografisi
Rıfat N. Bali İmza Günü
Rıfat N. Bali İmza Günü
Hilmi Yavuz İmza Günü
Hilmi Yavuz İmza Günü
Kaya Tanış İmza Günü
Kaya Tanış İmza Günü
Doğan Hızlan İmza Günü
Doğan Hızlan İmza Günü
Ferhat Uludere İmza Günü
Ferhat Uludere İmza Günü
Yapı Kredi Yayınları'ndan Sanata Dair Yazışmalar
Yapı Kredi Yayınları'ndan Sanata Dair Yazışmalar
Cengiz Üstün İmza Günü
Cengiz Üstün İmza Günü
Sinan Meydan İmza Günü
Sinan Meydan İmza Günü
Coşkun Özbucak İmza Günü
Coşkun Özbucak İmza Günü
Sinem Sal İmza Günü
Sinem Sal İmza Günü
Murat Yetkin İmza Günü
Murat Yetkin İmza Günü
Murat K. Bayar İmza Günü
Murat K. Bayar İmza Günü
Gökhan Akçiçek İmza Günü
Gökhan Akçiçek İmza Günü
Yavuz Ekinci İmza Günü
Yavuz Ekinci İmza Günü
Fatin Hazinedar İmza Günü
Fatin Hazinedar İmza Günü
Masallarla Kör Randevu - Ağustos 2022
Masallarla Kör Randevu - Ağustos 2022
Eyüphan Erkul İmza Günü
Eyüphan Erkul İmza Günü
Deniz Gürsoy İmza Günü
Deniz Gürsoy İmza Günü
Nilay Örnek İmza Günü
Nilay Örnek İmza Günü
Orhan Bahtiyar İmza Günü
Orhan Bahtiyar İmza Günü
Faruk Duman İmza Günü
Faruk Duman İmza Günü
Altay Öktem İmza Günü
Altay Öktem İmza Günü
Behçet Çelik İmza Günü
Behçet Çelik İmza Günü
Sezai Sarıoğlu İmza Günü
Sezai Sarıoğlu İmza Günü
Sina Akyol İmza Günü
Sina Akyol İmza Günü
Ali Nesin İmza Günü<br>24 - 29 Ekim
Ali Nesin İmza Günü
24 - 29 Ekim
Turgut Yüksel İmza Günü<br>17 - 20 Ekim
Turgut Yüksel İmza Günü
17 - 20 Ekim
Murat Yalçın İmza Günü<br>10 - 13 Ekim
Murat Yalçın İmza Günü
10 - 13 Ekim
Mehmet Erte İmza Günü<br>3 - 6 Ekim
Mehmet Erte İmza Günü
3 - 6 Ekim
Emrah Ablak Online İmza Günleri<br>26 - 29 Eylül
Emrah Ablak Online İmza Günleri
26 - 29 Eylül
Onur Caymaz Online İmza Günleri<br>19 - 22 Eylül
Onur Caymaz Online İmza Günleri
19 - 22 Eylül
Roni Margulies Online İmza Günleri<br>12 - 15 Eylül
Roni Margulies Online İmza Günleri
12 - 15 Eylül
Murat Uyurkulak Online İmza Günleri<br>5 - 8 Eylül
Murat Uyurkulak Online İmza Günleri
5 - 8 Eylül
Şiir ve İmzanın İzinde Bir Sahaf<br>M. Şeref Özsoy
Şiir ve İmzanın İzinde Bir Sahaf
M. Şeref Özsoy
Röportaj: Mustafa Büküm, Gökhan Tuğ, Fotoğraflar: Halil İbrahim
"Sahafını koru, kitap aşkına!"
Mustafa Büküm
"Bir Sahaf Öldü Diyeler"
Cantürk Coşkun
Arif Künar; Don Kişot Gibi Hissederek Yaşayan Bir Dünya Vatandaşı
Arif Künar; Don Kişot Gibi Hissederek Yaşayan Bir Dünya Vatandaşı
Röportaj: Gökhan Tuğ, Fotoğraflar: Mustafa Büküm ve A. Künar Arşivi
Mehmet Aycı'nın Kaleminden Talat Öncü:
Mehmet Aycı'nın Kaleminden Talat Öncü: "Kaşlarının Dikine"
Mehmet Aycı, İki Yüz Portre, Cümle Yayınları, Ankara, 2015.
İşleniyor